"Kadın, ölümlere değil şiirlere konu olmalı. "
Sen bu karanlık ömrümün içine bir sevinç ışığı gibi, kurumaya yüz tutan ekinlere can veren bir nisan yağmuru gibi birdenbire geldin, hoş geldin sevgilim...
Zorluklarla mücadelesi eksik kişiler kendilerini hep en üstte görüyor. Münakaşaya girmek bile kendimize hakaret minvalinde sayılır. Ne eksik ne fazla, onlar hep haklıdır.
Durumları, kişileri, var olan düzenleri eleştirmekten daha çok değiştirmek üzerine odaklı olsak belki daha güzel olur dünya. Gerçi dünyayı güzelleştirecek tek soyut anlam burası değil. İyi düşünüp çözüme anlam oluşturmak lazım. Örneğin, değişim sadece kıyafet değiştirmek değil de tarzını, rengini, kumaşını hatta ortamını değiştirmek gibi; ona bi özellik katmak, detayda farklılaştırmak gibi.
Kişi, evet mutlu olmadığı yerde olmamalı, mutlu hissetmediği bi işi yapmamalı, mutluluk duymayacağı kararları vermemeli. Bazen insan mutluluk mücadelesi içerisinde oluyor ve mutluluk da değişim gibi iyi düşünülmesi gereken bi konu. Ona öyle bi anlam yükleyelim ki sonucunda eleştirilmesin, değiştirilsin..
Bazı değişimler sonucunda keşfedilmemiş renkler ortaya çıkıyor. Bu keşif aynı ruha rastlayınca hissediliyor ve mutluluğu en üste taşıyor.
Güçlüyüm çünkü başka seçeneğim yok.
Güncelleme :15.05.23
Bazen güçlüyüm demek bile ne lüks bir kelime görünüyor insan gözüne.
“omuzlardan düşen eski bir palto yorgun ayaklardan kayıp giden bir sandalet gibi geçiyorum bu dünyadan ben..
ya sen kalacak mısın?”
Bazı durumların ve kişilerin renkleri olduğuna inanıyorum. Kötü olanları siyaha, umut verici olanları beyaza bağlamak da biraz buradan türüyor. Benim dünyamda bi süre önce pek renk yoktu, siyah ve beyaz hakimdi. Kısa zaman önce bunlara pembe de eklendi ve heyecan, mutluluk gibi bazı duyguları kendimle bütünleştirdim; kendimle yaşadığım haksızlıkta kendimi affettim. Son birkaç haftada ise çok daha farklı renklerin olduğunu ve onların aslında yaşandığını görüyorum. Bir renk nasıl hissedilir, seninle buna şahit oluyorum.
Bir gün batımında, günün biteceği düşünülürken ve gecenin karanlığı başlayacakken çıktın karşıma ve sen gün batımında etrafa yayılan o tonlarca renk oldun.
Göğsümün içinde tarifi çok zor olan bir hüzün var. Bu hüzün; piyano sesine ağlayacak, keman ile tüm acıları gerilecek, bağlama ile yaşanılan ve yaşanılamayan geçmişe yeni bi kitap kapağı açacak.
Bırakılan şeyleri, bir zaman sonra aynı yerde bulmak gibi ütopik bir dünyam yok. Bazı anlardan gidilmiş, bazı anlardan geçilmiş ve bazı anların durağında bekleniyor. Benim dünyamda, zaman başka bi tasvirdedir. Öyle bi tasvir ki erken veya geç gelen değil, en olması gereken anda olanlardır. Tüm inancım, her şeyin vaktiyle gerçekleşeninedir. Korkular olabilir, yalnız kalmak acıtabilir, karanlıkta ışık aranabilir ve kötü olanın içinde sıkışıp kalabilirsin. Sevgiye inanmak, güvene inanmak, huzura inanmak ve tüm bunlara inanırken içinde var olan çocuğa sarılıp ona inanmak. Bu çok başka bi dünya çünkü öyle bi an geliyor ki bu çocuğu, senden başka gören ve seven de olabiliyor. Bu hüznün verdiği ağırlığı kaldırabilen de galiba o sarılan ruh ve yolundaki anlara eşlik eden kişidir.